9 Ara 2010




Galatasaray'ın bağımsız taraftar grubu utrAslan, 2001 yılından bu yana Türkiye'de ve dünyada isminden oldukça söz ettirdi. Gerek yaptığı koreografilerle, gerekse sosyal ve kültürel anlamda göstermiş olduğu birçok duyarlı davranışlarla.
Kurulduğu günden bu yana, bağımsız taraftar grubu olarak adlandırılan ultrAslan'da son zamanlarda tribünlerde reklam ve sponsor destekleri gözden kaçmıyor. Benim dikkatimi ilk olarak Metin Oktay'ın ölüm yıl dönümünde kale arkasında açılan parçalı forma üzerindeki Türk Telekom reklamı olmuştu. Bir ikincisi, Beşiktaş maçında yukarıdaki dev pankartlarda karşımıza çıktı. Kurgu, düşünce harika denilecek derecede, söz yok. Yakında ayrılık var yaslı Ali Sami Yen'e. Fakat bu reklamlara gerek var mı? İşin ekonomik boyutunu düşünürsek elbette zor bunun gibi büyük pankartları ve koreografileri yapmak. Ama daha önce çok daha büyük ve meşakkatli işlerin üstesinden gelen ultrAslan, bundan sonra da sponsorsuz, reklamsız yapabilir.
Ne yazık ki, kapitalizm artık futbolun da içerisinde. Büyük bir endüstri haline gelen futbolda şimdi sanırım sıra taraftar gruplarına geldi. Umarım ultrAslan ve Türkiye'deki bütün taraftar grupları kendilerini bu hızla ilerleyen mikroptan koruyabilirler.

19 Eki 2010

DİNAMO MESKEN

 Türk futboluna siyasi müdahaleler yıllardan beri tartışma konusu... Ancak bugüne kadar bir kulübün kapatıldığına, üstelik "politik faaliyetler" gerekçesiyle kapatıldığına tanık olmamıştık. En azından tanık olmadığımızı düşünüyorduk. Ta ki Bursa'nın adından dolayı kapatılmış amatör futbol kulübü Dinamo Mesken'le tanışıncaya kadar. Dinamo mesken ilk bakışta adından anlaşılacağı üzere "solcu" ve "yerli" olmanın bahtsızlığına kurban gitmiş ama aslında harcanmış bir kaderi var. Zira dev - gençlilerle ülkücülerin birlikte oynayabileceği kadar siyasete uzak, delikanlıları "kör siyasetin tehlikelerinden" uzaklaştırma ülküsüne aracı olacak kadar da spora yakındı sadece. Ne var ki, büyük acılar ve travmalar yaşayan bir ülkenin yazgısından onlar da nasiplerini aldılar ve hala sindiremedikleri bir tarzda yargılanıp, "isminden dolayı kapatılmış ilk futbol kulübü" olarak, talihsiz isimlerini Türk futbol tarihine solgun harflerle yazdırdılar...

80 döneminde Türkiye'nin biraz da mimlenmiş mahallelerine gözdağı vermek isteyenlerin hışmına uğrayan gençlerin hikâyesi bu. Kulüp yöneticileri bile 20 - 25 yaşlarında. Beraat eden takımdan kimse hapis cezası almadığı için belki şanslılar. Ancak bugün mahallede yaşayanlar dağılan takımlarını bir daha toparlayamadıkları için üzgün ve kapılarına mühür vurulduğu için hâlâ kızgınlar. Gerçekten de onlar kendilerini cezalandıran askeri yönetimin iddia ettiğinin tersine her ideolojiden insanla barışıktılar.

Kulübün eski oyuncularından olan ve 1993 -1995 yılları arasında Mhp yıldırım ilçe başkanlığı da yapan Osman Yağcı'nın da dediği gibi "Tunç hocamız maçlardan önce soyunma odasında bizlere 'arkadaşlar mesken'i mahcup etmeyelim, halkımıza saygılı olalım, milliyetçi olalım, futbolu izletelim' derdi. Siyasi konuşmalar hiç olmadı. Sağcı olduğum için baskı olmadı. Futbola Mesken'de başladım, Mesken'de bıraktım. Anlayamıyorum. Sadece spor yapan bir kulübü kapatmanın ne anlamı var." Ama Bursa'nın varoşlarında yaşama savaşı veren bu insanlar kesinlikle yanlış anlaşıldıklarını düşünmüyorlardı. Birileri onları işlerine geldiği gibi anlamışlardı.

Onlar çağırmadan kendilerini bulduk ve olanları anlamak için her şeyin başladığı güne ve yere doğru yola koyulduk. Bugüne kadar açılmamış olan bu konuyu takımın amigosu Erkan Can'ın ve yargılanmış, işkence görmüş Dinamo Meskenli arkadaşlarının ağzından öğrenmeye çalıştık. Mimli mahallenin dinamosunu...


Hikâye, o yılların fırtına gibi esen demir perde takımı Dinamo Kiev'in Bursaspor'la yaptığı maçlarla başlıyor. Hayatı paylaşarak yaşamayı şiar edinen muhit insanları için maçlar dönüm noktası olmuş. 1971'de memleket meselelerinin çözümlenmeye çalışıldığı mahalle kıraathanesinde büyük ağabeyler toplanır ve politika yerine spor yaparak Bursa'ya açılma kararı alınır. Kulübün adıysa kendiliğinden ortaya çıkmıştır, kâğıt üzerinde tescillenebildiği şekliyle Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü fakat taraftarlarının gönlündeki adıyla Dinamo Mesken...

Kulüpte siyasi faaliyet yapılmasına yönetim kurulu hiçbir zaman izin vermemiş. Ancak solculuklarından gelen dayanışma kültürüyle beklenmedik sonuçlar almaya başlayan takım "kurtarılmış mahallesi"nin adını duyurmaya başladıkça birileri için can sıkıcı olmaya başlamış. Bu baskılar askeri yönetimin Eylül 1981'de kulübü kapatmasıyla son buluyor. Kulübün kapatıldığı günü yaşayanlardan dönemin yöneticisi Ali Nihat Irkörücü, "kapatılma gerekçeleri sudan gerekçelerdi" diyor ve şöyle devam ediyor: "şöyle bir kılıf bulmuşlardı. o gün bir arkadaşımız emniyetten izinli olarak esnaftan her zamanki rutine uygun şekilde para toplamaya çıkmıştı. Güya haraç topladığımız yönünde ihbar alınmış. Arkadaşımızı polis gözetimine, nezarete almışlar.
Takımı deplasmana götürebilmek için para toplamak zorunda kalındığını anlatmaya çalışmış ancak bunu bir türlü anlatamamışlar. Tutuklanma gününü, "paraları sayarken hepimizi siyasi şubeye götürdüler. İki gün boyunca dayak yedik, kapanış da öyle oldu" diyerek açıklıyor, avanta Kemal. Bütün baskılara karşın, elbette ki bu kadarını beklemiyorlarmış. İşin garip tarafı bir süre kulübün yeniden açılabileceğine inanmışlar.

Emniyetteki sorular hep ters köşeden. Cengiz'e yöneltilen soru "hangi örgüttensin silahları nerden temin ediyorsun?" bugün o sorulara bir cevabı var Tunç hocanın: "bize saldıran insanlardan daha milliyetçi insanları yetiştirdik biz. Erkan Can gibi birini çıkardık. Gözlerim yaşarıyor şimdi, o kulübü kapatmak devlete hiç yakışmazdı."


  


Erkan Can, o dönem takımın maskotu. Amigoluk yapıyor. Tribünlerden aldığı ilhamla sahneye transfer olmuş. Takımın eski kalecisi kamyon Vedat, "dar alanda kısa paslaşmalar" filminde Erkan Can'a oyuncu koçluğu da yapmış. Onu anlatırken "kendisine amigo demezdi Erkan. Seyirci organizatörü derdi. Ne olduğunu anlayamadığımız marşlarla tribünü ateşlerdi. Rakip taraftarları şok ederdi" diyor. Takımla ilgili söylediği şeylerse diğerleriyle aynı: "arkadaşlarımızın katiyen politik bir misyonu yoktu."


Yaşananlardan çıkarılacak dersler basit. 1981'de başına büyük belalar almış küçük bir takım kapatılmadı. Hayatında hiç karakola gitmemiş olanlar kapatılma kararının ardından gözaltında işkence gördüler. Top bir daha santraya dönemedi. Kapatılmasa memlekete "zararı" ne olurdu bilinmez. Ancak kulüplerin günümüzde yetiştirdiği gençleri düşündüğümüzde söylenecekleri toparlıyor Kenan Demir "gençlerimize borçluyuz. Yarım kalmış işlevimizi tamamlamalıyız. Türkiye bizden başka acılar da yaşadı. Ama kulübümüz bugün açık olsa ve Mesken'de yaşasaydı Ogün Samast katil değil, belki de o katile tavır koyan bir sporcu olabilirdi."

EDIT : Sonuna yazmayı unutmuşum arkadaşlar... Mesken'de yaşayan büyüklerimizin katkılarıyla biz Mesken gençleri Dinamo Mesken'i tekrar kurmak adına girişimlere başladık... Efsane Dinamo Mesken Yeniden Doğuyor...

Engin Çancıoğlu








“DİNAMO” MANİFESTOSU:

* Dinamo, Mesken Halkının canı kadar sevdiği spor kulübüne taktığı bir ünvandır. Dinamo, “Mesken Kültürü” ile özdeşleşmiştir. Dinamo’yu yok saymak, Mesken Kültürünü yok saymaktır.

* Dinamo, bir ayrımcılık değil, bütünleştirmedir. Dinamo Mesken tüm siyasi oluşumların üzerindedir.

* Dinamo, dil, din, ırk, cinsiyet ayrımına izin vermeyen özgürce yaşama duygusudur. Diğer anlamda, ırk ayrımına ve din sömürüsüne karşı bir duvardır.

* Dinamo, doğaya ve insanlığa zarar verecek her olumsuzluğun karşısındadır.

* Dinamo, her alanda olduğu gibi sporda da renklerin kardeşliğini savunur. Centilmenlik ve başarı temel ilkesidir.

* Dinamo, futbolun ticarileşmesini istemeyen herkesin, her kesimin yeteneğine göre amatörce spor yapma arzusunu savunur.

* Dinamo, sporda her türlü şiddeti reddeder. Dinamo Mesken'in taraftarları aynı zamanda "güzel futbolun" da taraftarıdır; yenen rakibini alkışlar ve kutlar.

* Dinamo, futbolda ve sporun tüm alanlarında bahis ve şikenin karşısındadır.

* Dinamo çalışkandır; sevgi üretir, dostluk üretir, paylaşma üretir.

* Dinamo, her Meskenlinin kalbinde sonsuza dek yaşayacaktır. 

9 Eki 2010

FUTBOL, FAŞİZM, FADO !

“Futbol asla sadece futbol değildir” Evet artık değil. Evrimleşen dünya süreci içerisinde bu evrimin geldiği son nokta olan Kapitalizm, hayatımızın içerisinde yer alan her şeye olduğu gibi futbolada el atmıştır.Öyleki Salazar Portekizinde diktanın devamını sağlamak için 3F yani Fado (Müzik),Fiesta (Dans) ve Futbol denklemi kullnılmıştır.Yani halkı Fado’yla uyutup,Fiesta’yla coşturup Futbol’la farklı kanallara yönlendirmiştir.Amaç bu iğrenç diktatörlüğün ve uygulamalarının Portekiz halkı tarafından eleştrilmemesidir.

Portekiz öznelinde olan bu denklemin birbenzeri 20 yy la beraber dünya genelinde uygulanmaya başlanmış,Futbol artık endüstriyelleştirilmiş ve Kapitalizmin ayakta kalmasını sağlayan bir araç olarak kullanılmaya başlanmıştır.Tribün gelirlerinden oluşan mütevazi klüp bütçeleri; sponsorluk anlaşmaları,reklam gelirleri,yayın hakları gibi farklı gelir kaynaklarıyla devasa şekilde arttırılmış,şirketleşen,holdingleşen yeni canavarlar yaratılmıştır.Ve haddinden fazla bir para girmiştir artık işin içine,vahşileşme başlamıştır bir kere.Bununla beraber futbolun uygulayıcıları olan futbolcular içlerinde kalan amatör ruhlarını bir kenara bırakarak.Futbol takım yıldızında bir yıldız olmak için artık birbirlerini ezmeye başlamışlardır.Kapitalizm endüstrileştirdiği futbolda; klüpleri şirket,yöneticileri holding patronu ve futbolcuları ise biyonik,bencil,vahşi birer idol haline getirmiştir.Futbol artık görsel bir şölenden çıkıp,dar gelirli aile çocukları ve aileleri için bir umut kapısı,bir at gözlüğü haline gelmiştir.Ve ne yazıktırki bizim uyumamız,farklı şeyler düşünmememiz için yaratılan bu endüstriyel futbol canavarının ana finanasörlüğünü kapitalizm bizlere yani taraftarlara vermiş,Kendi cebinden para harcamadan bizi bizim paramızla vurmaktadır.Artık futbolcuların imaj danışmanları vardır saçlarına ve ne giyeceklerine bile onlar karar vermektedir. Bu danışmanların parası bizden çıkmalıdır.

Futbolcuları seiko 5 saatler kesmemeye başlamıştır artık rolexler lazımdır finansör aslında yine bizlerizdir.Şampiyonluk kutlamaları artık tarabyada bir tavernada taraftarlarla değil bizlerin kapısından bile geçemeyeceği bazı disco larda kendi başlarına ama yine bizim desteğimizle kutlanmaya başlanmıştır.Maç bitiminde bir şekilde “inşallah”,”kısmet değilmiş” “ıııııı” şeklinde konuşan ve 3 kelimeyle her şeyi anlattığını sanan ,lüks yaşamlı,amatör ruhun ne demek olduğunu bilmeyen gözünü para bürümüş,sadece ve sadece para için oynayan,takım ahlakının ve ruhunun onlar için önemli olmadığı ve bizim hayranlıkla baktığımız biyonik futbol starları yaratılmıştır.Mesela Becham yaratılmıştır hepimiz aval aval ve hayranlıkla bakalım diye.Süper yakışıklı bir fizik,Milyon dolarlık bir yaşam tarzı.Bu vahşi kapitalizmin yarattığı endüstri futbolunun vitrinine oturtulmuş en büyük manken olmuştur.Ve yerli ve yabancı bir çok bize benzemeyen insanlar bu vitrinde mankenlik yapmaya başlamıştır.Ve bu devasa endüstriy finanse etmeye paramız yetmeyince Kapitalizm yine çözümü bizim üzerimizde çözmüştür.Maç biletleri mükemmel derecede pahalanmış,Takım ürünleri el yakmaya başlamış, Medyada neyi savunduğu belli olmayan futbol gazeteleri çıkarılmış,Tv de ne dedikleri belli olmayan,kimin kimle neden tartıştığı anlaşılmayan güya ateşli takım yazarları güya takımlarını savunuyorlarmış gibi yapmışlardır.Bizede o pahalı maç biletlerini ve takım ürünlerini almak,o iğrenç boyalı basına ve o programdan sonra birbirleriyle kucaklaşıp nası kandırdık ama seyircileri diye sevinen medya ve tetikçilerine reyting yaptırmak düşmüştür.Sonuçta o da bir gelir kaynağıdır bu vahşilik içerisinde ve para nasıl olsa yine bizden çıkmaktadır.Kısacası tribünde onların istediği gibi oturan, onların istediği gibi bağıran,yaşamın gerçeklerine göz kapayan ve onların istediği gibi para harcayan, koyun sürüsü gibi bir kitle görmek istemektedir.



Şanlı tarihimizde biz her zaman SON BARİKAT olmuşuzdur.Bu barikatta bazı gediklerde açılmıştır zamanla ama bunlarıda tamir etmek bizim elimizdedir.Senelerce bizi yürüyen paralar olarak görmeyen bir holding patronu yerine bizden biri olan mütevazi bir başkanımız olmuştur.Şimdilerde kendi holdingini yönetebilmek için bizde staj gören birine emanetiz ama değişeceğine inncım tamdır.Senelerce profeyonel futbolculuğunun yanında amatör ruhunu satmayan,futbolcu olduğu kadar BEŞİKTAŞ ımızın gerçek taraftarı olan, paranın BEŞİKTAŞ gibi bir değerden daha değerli olamayacağının farkında emekçi ve emektar futbolcularımız olmuştur.Şimdilerde bir BEŞİKTAŞ emekçisi misali aslanlar gibi oynayanlar durduk yere gönderilirken, tüm sezonu sakat geçirdiği halde,sezon sonunda çatır çatır pazarlık yapanlar olsa bile.Bazıları bu çarkın dişlilerinde ezilip taraftar olmayı sadece tribünde çekirdek yemek ve bir başkanın ağzından çıkanları lüks Kadıköy tribünlerinden seyretmekolduğunu sansalarda.

Tüm dünyaya ve dahi Türkiye ye senelerce takım tutmanın,aşkın ve sevdanın ve hatta yüreğin ne demek olduğunu öğreten HALKIN TAKIMI nın SON BARİKATI şanlı ÇARŞI sı vardır ve var olacaktır.Evet futbol asla sadece futbol değildir ama bizde sizin bildiklerinizden değiliz.Sosyaliz,Duyarlıyız,Dünyanın neresinde olursa olsun haksızlığın karşısındayız.Adamız ,saygılıyız aynı zamanda Hırt ız ısırırız.Biz yaparız .biz yıkarız.Çünkü biliriz “Yıkma dürtüsü en yaratıcı dürtüdür”Evet biz futbolu sadece futbol olduğu için izlemiyoruz.Doğrularınıza karşı doğrularımız hodri meydan.Kapitalizmin yaratığı endüstriyel futbol karşısında.HALKIN TAKIMI BEŞİKTAŞSON BARİKAT ÇARŞI

NOT : Bu bölüme şimdilerde yazmak içimi acıtıyor ama değinmeden geçemeyeceğim.Sevda kimsenin tekelinde değildir.BEŞİKTAŞ ı tutmak herkesin hakkıdır.Ama bir duruş vardır bir tavır yafta gibi yapışır adama.Takım tutmak sorumluluk işidir.Geçmişten gelen değerlere sahip çıkma işidir.Yürek meselesidir.Şimdilerde kurtlar vadisi kıvamında elma kurtları olsada. A layına isyan.alayına ç A rşı…..


yazısını benimle paylaşan beşiktaşlı:KARA ŞÜKRÜYE teşekürlerimi iletirim.

1 Eki 2010

World Cup 2010 ARJANTİN


                                            


 Dünya kupasının bitmesinden sonra birçok internet sitesinde,dergilerde,gazetelerde bir Larissa riquelme fırtınası esti bana gına geldi.ha ! kız mükemmel  o ayrı ;)
 Benim favorimdi Arjantin belki beklenen futbolu oynayamadı ama Arjantin turnuvanın farklı yüzü olduğunu taraftarıyla,futbolcusuyla ve MARADONA ile dünya kupasının en renkli takımlarından birisiydi...


 36 yaşına gelmiş Veron'u sonkez dünya kupasında izlemek çok büyük bir hazdı benim için.E futbolda Maradona olurda olay olmazmı? Seyir zevkimizi mahveden VUVUZELA yı kokain çekmekten başka bir işe yaramayacağını söylüyor Diego : ) birde bizim olmadığımız bir turnuvada küçük birde izimiz vardı diegonun elinde.Ertuğrul sağlamın hediyesi olan tesbih tüm maçlarda maradonanın eliden düşmedi.
 Atletico Rafela ve Banfield taraftarlarıda maçta açtıkları pankartlarıyla komutan CHE GUEVARA'yıda unutmadılar.Dünya kupası yer yüzündeki en büyük futbol organizasyonu,milyarlarca kişinin izlediği,takip ettiği bu turnuvada hiç bir ülkenin herhangibi bir soruna değinmemesi beni üzdü.Savaşlar,iklimsel değişiklikler,hastalıklar vs vs...


şimdi haykırıyorum; fuck you larissa : )

30 Eyl 2010

Beatles,Pink Floyd---Arto,İsmail yk



Ferrari'li futbolculardan bir şey bekleyemezsin ki!

Selçuk Yula (Fenerbahçe'nin eski futbolcusu): "Türkiye politika kaldırmıyor. 12 Eylül Türkiye'deki kırılma noktasıdır. İyi devrim midir, kötü devrim midir? Benim için kötü devrimdir. Gençler bu dönemde depolitize edildi. Günümüzün futbolcuları hep o dönemin çocukları. Neticede sağ-sol kavramını bilmiyorlar. Mercedes'e, Ferrari'ye binen futbolculardan bir şey bekleyemezsin zaten!


 Futbolcuları bir kenara bırak, Türkiye'deki gençlerin bir misyonu yok. Üniversite öğrencileri ne biliyor ki Türkiye'de? 12 Eylül'den sonra milyonlarca kitap yakıldı bu ülkede. Okumayı bilmeyen gençlik üretildi. Biz Beatles'larla, Pink Floyd'larla büyüdük. Şimdiki çocuklar, Arto'nun müzikleriyle göbek atıyorlar diskolarda. Bunlarla da politika konuşamazsın."

19 Ağu 2010

İDEAL TARAFTAR

“Bu ülkede ideal taraftar: Kapalı tribüne beleş girmektense açık tribünde parasıyla yağmur yemeyi göze alan... Rakip takımın kullandığı serbest vuruşlara bakamayacak kadar maçı yaşayan... Belediye otobüsü stadın önünden geçerken kafasını adeta 180 derece çevirerek boş tribünleri mayhoş duygularla seyreden... Kongre, para, delege, yönetim kurulu, taraftar otobüsü, toplu bilet, güvenlik görevlisi gibi laflar duydukça kafası karışan, midesi bulanan... Ve bir gün o tribünlerde insan gibi muamele göreceğinden umudunu kesmeyen bir garibandır.”

yazının sahibi-----------------------------------------ÖMER ÖZLÜ

6 Haz 2010

2016 Neden Fransa'da ?


Bu konu hakkında birçok neden gösterebilirim... Ancak yazıyı okuyan sizlerin "Platini Fransız diye fransa aldı bu işi" yorumlarımı beklediğinizin farkındayım :) Ancak olaya önce başka açılardan yaklaşıcam...

Öncelikle şunu sölemem gerek... FIFA ve UEFA bu tarz organizasyonları yıllarca "futbolunu geliştirmek istediği" ülkelere vermiş, bu organizasyonların o ülkelerin futbollarına ve tesisleşmelerine katkı sağlayarak belli bir altyapı oluşturmak amacını güdmüştür... Örneğin futbolla 80'li yılların başlarında tanışan ABD'ye FIFA tarafından 1994 Dünya Kupası'na ev sahipliği yapma şansı verilmiştir ki ülkenin futbola olan merakını arttırmak ve ülke futbolunun altyapısını sağlam oluşturmak mümkün olabilsin... Bu kıstaslar önümüze konduğunda organizasyona sayısız avrupa ve dünya kupasına ev sahipliği yapmış Fransa'nın yerine bizim ev sahipliği yapmamız tercihen daha akılcıdır.

Bir diğer mesele -ki çok derin mevzudur- ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durumlar... Bizim ülkemiz ve şehirlerimizin malum organizasyonun getireceği potansiyel gelire Fransa'dan çok daha ihtiyacı olduğu ortadadır... Bu konuda fazla söze hacet olduğunu düşünmüyorum...

Mevzuların belki de en çok canımı sıkanı ise tesisleşme... Bu organizasyonu kazanmamız sonrasında ülkem futbolu birçok yeni stadı, ülkem turizminin de birçok yeni oteli kazanması anlamına gelecekti. Halihazırda şartları bizimkilerden çok daha iyi olan stadlara sahip bir ülkeye organizasyonu vermek bu kıstaslar çerçevesinde de bir yanlışlık olarak değerlendirilebilir.

Gelelim beklediğiniz konuya... Evet Platini Fransız... Evet 2016 Fransa'da oynanacak... Tüm bunlarla ilgili müthiş iddialar ortaya atabilir ve bir nevi işi futbol faşizmine getirebilirim ancak şunu utunmamak gerekir : UEFA Asbaşkanı Şenez Erzik bir Türk'tür ve Galatasaray'ın avrupa kupalarında oynadığı (2000 dönemi) maçların %70'ini Collina yönetmiştir...

Sizin torpiliniz iyi bizim torpilimiz kötü muhabbetlerine hiç girmeyelim...

31 May 2010

SOL KANATTAN ORTALAR


'' SOL KANATTAN ORTALAR'' Son yıllarda ulusal takımın en iyi sol açıkları olan Hasan Şaş ve Tuncay Şanlı'nın aslında sağ ayaklı oyuncular olmaları acaba 12 Eylül 1980'den itibaren daha da muhafazakarlaştırılan Türkiye'de yozlaştırılıp içi boşaltılan güzel bir dinin batıl inançlar toplamına dönüştürülmesiyle ne kadar alakalı olabilir? Acaba kaç tane Türkiye Cumhuriyeti genci küçüklüğünden itibaren Tanrı onları solak olarak yarattığı için ''Allah'tan çok Allahçılar''ın baskılarına uğradı,solakken sağlak olmak zorunda bırakıldı? Bence önemli bir araştırma konusu bu. Hele hele bir ara bu iki devşirme sol açığımızın arkasında bir başka sağ ayaklı oyuncu olan Ümit Özat'ın da solbek olarak ikame edilmesini,sonrada skor yazarlarının ligimizdeki sol kanat oyuncularının yeteri kadar orta yapamamasına bir türlü anlam veremediğini hatırladıkça çok daha hayati bir soruya dönüşüyor. Solak olmak bir yaradılış hatası mı,yoksa aksine bir yaratılış mucizesi mi? Büyük İskender,Aristo,Fidel Castro,Charlie Chaplin,Picasso,Paul McCartney,Navratilova,Kafka,Einstein,David Bowie... Hepsi de solak,hepsi de Tanrı'nın çok büyük mucizeleri...Hala bir takım anlamsız batıl inançların körlüğünde solak çocuklarını ısrarla sağlaklaştırmaya çalışan örümcek kafalara yetmediyse saymaya devam edelim... Dünyanın en kusursuz bilişim eseri olan Machintosh'u tasarlayan ekipteki beş kişiden dördü solak! Solakların mekanla bağlantılı geometrik zeka fonksiyonlarının sağlaklara göre üstünlüğü nasıl da mucizevi bir ayrıcalık olduğu sırrını açıklayan en önemli bilimsel veri... Yetmedimi? Öyleyse tekrar dönelim futbola, Sergen,Prekazi,Hagi...Hepside okul sıralarında kendilerinin solak olduğu gerçeğini kabullenmeyen sa(ğ)laklar tarafından tahta sıranın dibinde kargacık burgacık oturmaya zorlandılar...Diğerleriyle beraber bir rahat yemek yiyemediler,hatta belki de ailelerinde örümcek kafalı birisi yüzünden solak olmaktan vazgeçirilmeye çalışıldılar.Ama bütün bunlara rağmen futbol mekanla bağlantılı geometrik zekayı sergileme sanatı olduğu için Tanrı'nın en büyük futbol mucizeleri olarak kutsandılar.Hatta futbolun tanrısı,HAZTERİ MARADONA'da o solak mucisenin en eşsiziydi! Hep söylüyorum,ayrı bir hazdır sol ayaklı futbolcuları izlemek .Ve bu dünyanın en güzel oyununu daha da güzelleştiren, Hagi'lerin,Sergen'lerin,Maradona'ların yeşil sahaya soldan bakabileme kabileyitleri olabilr mi acaba? Ne dersiniz? Anamızın liginde Hasan Şaşlar-Tuncay Şanlılar kutsanırken,Serie A'da,Premier Leage'de,Bundesliga'da,Liege-1'de kısacası büyük liglerin hepsinde solak futbolcular,sağ ayaklılardan ayrı olarak yetiştirilir sırf en güzel oyuna daha fazla keyif katabilmek için... Bu koşullar altında bize düşen görev sağ ayaktan devşirme solaçıklara/solbeklere inat,12 Eylül'e inat,bizi sa(ğ)laklaştırmaya çalışan örümcek kafalılara inat,sırf solak olduğumuz için tahta sıranın en dibine bizi oturtan düzene daha da inat; soldan ortalar kesmeye devam etmek...Bıkamadan usanmadan seri çalımlarla sıfıra kadar inip vargücümüzle arka direğe kestiğimiz kavisli ortalardan birine, birileri elbet dokunacak,ve o top nihayet ağlarla buluşacak'' teşekkürler. yazının sahibi----------------------------------------------CEM ARI

29 May 2010

A.C.A.B


Zaman zaman Türkiye'de de karşı karşıya kaldığımız orantısız güç ve maçlarda taraftar ile güvenlik güçleri arasında yaşanan sorunlara karşı, uluslararası tribün dayanışması! Bütün polisler diye başlayan ve ardından küfre bağlayan çok menem bir sözdür ACAB. Sözden ötedir, bir ulusal tribün dayanışmasıdır. Bir duruştur. Bir dayanışma . Onurlu mücadele . Omuz Omuza Çarpışmak . A.C.A.B yani All Cops Are Bastards
Polis karşıtı, küresel taraftar oluşumu.


Faşist Dikta Futbolu !

Tarih 27 Mayıs 1934, faşizmin en yoğun yaşandığı dönemlerden geçiyor avrupa. Musolini'nin İtalya'sında 1934 Dünya Kupası düzenleniyor. Bu turnuva boyunca hakemlerin İtalya'yı korudu birçok kayakta belirtiliyor ama asıl unutulmayacak olay eleme maçında İtalya ile ABD'nin karşılaştığı maçta yaşanıyor. Maçın hakem üçlüsü Mosolini'yi faşist selamıyla selamlıyor.

Tarih 4 Aralık 1935, Londra'daki White Heat Lane'de İngiltere ile Almanya dostluk maçında karşı karşıya geliyor. Futbolcular sahaya çıktığında stadyum tıklım tıklım dolu. Futbolcular yan yana dizilip seyircileri selamlayacaklarken ilginç bir şey oluyor: Almanlar çok sayıda yahudi taraftarı olan Tottenham'ın stadındaki tribünleri Nazi selamı ile selamlıyorlar... Maçı İngilizler 3-0 kazanıyorlar ama akıllarda sadece Almanların verdiği Nazi selamı kalıyor...

Futbolun Sol Yumruğu !

“Futbol sadece basit bir oyun değildir, futbol devrimin silahıdır.” diyen Che Guevara’nın görüşünü destekleyen bir takımdan bahsetmek istiyorum size. İtalyan liginde mücadelesini sürdüren AS Livorno, endüstriyel futbola karşı muhalif bir duruş sergilemektedir. Takımla ilgili ayrıntılı bilgileri vermeden önce Livorno şehrinden bahsedersek bu muhalif duruşun nerden geldiğini daha iyi anlarız.


1553 yılının Mayıs ayında emrindeki 60 kadar çektiri ve şebek tipi kadırga ile İtalyan sahillerini vurmaya çıkan Turgut Reis, Toskana sahillerinde neredeyse yağmalamadık kasaba bırakmamış. 16. yüzyılın en güçlü donanmalarından birine sahip olan Pisa’nın 30-40 kilometresindeki kasaba ve adaların Turgut Reis ve onun yetiştirdiği denizciler tarafından sık sık saldırıya uğraması, dünyanın en özgürlükçü kentlerinden birisinin doğmasına yol açmıştır diyebiliriz. Bu kentin adı Livorno. Tarih boyunca özgürlükçü akımlardan etkilenen kent, asıl büyümesini Medici ailesinin Toskana Grandüklüğü’nü üstlendiği dönemde yaşamış. 1587′de I. Ferdinand’ın “Toskana Grandükü” sıfatıyla duyurduğu “Leggi Livornine” (Livorno anayasası) ile Pisa kentinin liman kasabası Livorno “açık şehir” ilan edilmiş. Kanuna göre hangi ulustan olursa olsun, ister hakkında idam cezası çıkarılmış bir korsan ister bir hırsız olsun, hiçbir şekilde takibe uğramaksızın Livorno’ya yerleşebilecek, orada ticaret yapabilecek hatta dininin gereklerini yerine getirebilecektir. Kanunun tam metni şu şekildedir:
“Hepiniz, hangi ulustan olursanız olun, Doğulular, Batılılar, İspanyollar, Portekizliler, Yunanlar, Almanlar, İtalyanlar, Türkler, Berberiler, Ermeniler, Persler ve diğerleri […] size temin ederiz ki […] bu topraklarda tamamen özgür ve her türlü kovuşturmadan uzakta bir şekilde, bu topraklara gelmenize, kalmanıza, aileleriniz ile geçiş yapmanıza ve yaşamanıza, geriye dönme zorunluluğu olmaksızın oturmanıza, istediğiniz zaman dönerek Pisa kenti ve Livorno topraklarında yaşamanıza izin veriyoruz…”


Livorno, Katolik İtalyan Yarımadası’nın aksine, özgürlüklerin yeşerdiği, her türlü sanatçı ve aykırı tipin sığındığı bir liman kenti olmuştur. Livorno, 1921′de İtalyan Komünist Partisi’nin (PCI) doğuşuna da tanıklık etmiş bir kenttir. Böyle bir tarihçeye sahip bir kentin futbol takımının da bu duruştan çok uzak olmayacağı tahmin edilebilir. A.S. Livorno Calcio 1915 yılında kurulmuş. Sosyalizmin ve anti-faşiszmin savunucusu olan takımın taraftarları, her maçta açtıkları bayraklarla bunu göstermeye çalışıyorlar. Oyuncuları desteklerken Enternasyonal’i ve Ciao Bella’yı söylemeyi, orak çekiçli bayraklar açmayı tercih ediyolar. Türkiye’de de bu mücadele forzalivorno adı altında taraftarlarca destekleniyor. Sporun endüstrileşmesine karşı gelişen bu hareket aynı zamanda sporda ve yaşamın her alanında ırkçılığa ve her türlü din, dil, ırk, cinsiyet ayrımına karşı bir duruş sergiliyor. Tribünlerde kavga ve ırkçılık görmeye o kadar alışmışız ki; orak çekiçli Livorno taraftarları beni şaşırttı doğrusu. Futbolda farklı seslerinin duyulması ve çeşitliliğin artması adına seslerinin daha gür çıkmasını diliyorum.